9 Ocak 2018 Salı

Sevgili Yağmur

Sevgili Yağmur

Anlatmam gerekirdi sana bu çorak toprakları
Halbuki ne çok özlemişim o topraklara değdiğinde
Etrafa yayılan emsalsiz kokuyu
Sen bir atın üzerinde öylece ilerlerken
Göremezdin ki geride bıraktığın
Yıkık, talan edilmiş, ateşler içinde yanan
Çaresiz şehrimi...

Sevgili Yağmur

Yağmurum... 
Sen beni...
Sen... Beni hangi kuyuya yolladın ?
Hala çıkamadım düştüğüm son adıma
Yahut ben sana hangi çiçeği açmamış
Çıplak ve rüzgarın gamından titrek ağacın
Mevsimi gelmemiş meyvesini sundum
Altın tepsi içerisinde önüne ki,
Sen hala bir kere bile gelemedin
Nadasa bırakılmış bu meyve bahçesine ?

Sevgili Yağmur

Seni dün anca rüyamda gördüm
Rüya demeye bin şahit isteyecek bir rüya
İçinde seni barındırdığından
Kabus demeye dilimin varamadığı
Kabustan bozma bir rüyaydı
Boynundaki asılı çınarları çıkarmış,
Gözlerini bana bakmazcasına açmış,
Ne güzel yürüyordun geleceğe
Ne güzel siliyordun beni hafızandan
Unutulmanın acısı sarmıştı sol yanımı
Bundandır bir kalp krizi gibi gelip geçtin içimden
Ve tüm hatırı sayılır boşluklarımdan
Hayalinle doldu içim, dışım ve bütün göz kapaklarım o an
Aktın gittin kirpiklerimin arasından

Sevgili Yağmur

Değmediğin için kuraklıktan kurumuş tenime
Son kez olsun vurup, ıslatmadın
İstesen gerçekten yapardın ve
Halbuki şemsiye de açmadım varlığına
Çatlaklarından içeri girmeni o kadar çok istedim ki
Bu açık yeşil, güneşin canını aldığı toprağın
Tekrar canlansın diye yalvardım
Kemikli diz kapaklarının önünde eğilerek
Ya duymazdan geldin bunları,
Yada sahiden duymadın can vermeden önceki
Son çığlıklarımı

Sevgili Yağmur

Şimdi yüzünde benim olmayan bir nefesle
Hangi gökyüzünden, kime yağarsın ?
Benim olmayan hangi şehre düşersin
Hangi cama vurur, hangi çiçeği ıslatırsın ?
En kötüsü de bilinmezliktir, en kötüsü de bilememektir

Ah benim yağmurum
Ah benim çınar boyunlum
Ah benim düştüğüm kuyum
Sen yürü yolunda
Ben o yolun sonundaki boşluğun

Atlamaya cezbeden uçurumuyum...
x

Şairler Fakir Ölür

Çocukluğuma dönüyorum seninle...
O ipragaz sireni çalan arabaya asılıyor,
İnce ve kemikli kollarım.
Düşüyorum ! Kanıyor sızlayan dizlerim !
Senin için bunlar bir anlam ifade etmiyor,
Biliyorum...
Tanrı anlıyor ki halimden,
Büyüdük öyle acı,öyle birden.
Şimdi yine asılsak hayat isimli arabalara.
Kanasa bu sefer yüreğimiz,
Annemiz bile tutamaz o yaranın ellerinden.
Halimize güler bir köşeden.
Benim için sen aynı çocukluğum gibisin.
Ne tam yaşanabildin,özgürce...
Ne de dönebildim sana,
Akşam ezanından sonra,
Koşa koşa...
Şimdi sana o kadar tanıdıktır ki gözlerim, 
Bana bir kez ağlamaklı baksalar,
Koşa koşa gelirim.
Sen bilmezsin ama kalbin,
Bir kelebeğin ömrü kadar kısa mesafedir,
Benim yaralarıma.
Senin varlığınla kurduğum hayaller,
Tek göz oda ve yıkık dökük duvarlı,
Ahşap kapılı bir mutfakla sınırlıdır hayatta.
Ahiret başka,orada saraylarımda kraliçemsin.
Uyanırız o tek göz odalarda sabahlara.
Kahvaltı vakti gelir,sofralar kurulur.
Çaylar dökülür bardaklara.
Sabahın en köründe koyulurum yine yollara.
Ve haklısın baba,

Şairler fakir ölür bu dünyada...
x